5 Haziran 2009 Cuma

Sylvia Plath den....

............................

Yakında, yakında,
Bu mezar deliğinin yediği
Et, bürünecek üstüme yeniden.

Ve ben gülümseyen kadın.
Yalnızca otuz yaşındayım.
Ve bir kedi gibi dokuz canlıyım.

Bu, Üçüncü Sefer.
Yok edilecek ne de çok pislik
Birikmiş on yılda.

Milyonlarca lif.
Yer fıstıklarını çıtırdatan o güruh
İtişip kakışıyor görmek için

Nasıl çözdüklerini elimi ve ayağımı -
Bu büyük striptiz numarasını.
Beyefendiler, hanımlar

Ellerimdir bunlar,
Diz kapaklarımdır.
Yalnızca deri ve kemik olabilirim, bir Japon olabilirim,

Her ne isem, gene de aynı kadınım ben.
İlk keresinde on yaşındaydım.
Bir kazaydı.

İkinci keresinde kararlıydım
İşi bitirmeye ve geri dönmemeye.
Sallanıp duruyordum

Kapalı midye kabuğumda.
Çağırıp durmaları gerekliydi
Ve yapışkan inciler misali sökmeleri üstümdeki kurtçukları.

Ölmek
Bir sanattır, diğer her şey gibi.
Üstüme yoktur bu konuda.

Öyle ölürüm ki, cehennem sanılır.
Öyle iyi ölürüm ki, gerçek sanılır.
Sanıyorum, sahneye çıkma sıran geldi diyeceksin.

Bir hücrede ölebilmek yeterince kolaydır.
Orada ölebilmek ve kalabilmek yeterince kolay.
O teatral

Geri dönüş gün ortasında
Aynı yere, aynı yüze, aynı kaba
Eğlenen haykırışa:

”Bir mucize! ”
Beni bitiren budur işte.
Bir fiyatı vardır oysa

Yara izlerimi görmenin, bir fiyatı
Tıkır tıkır çalışan
Yüreğimi işitmenin-

Ve bir fiyatı vardır, yüksek bir fiyatı
Bir sözcüğün, bir dokunuşun,
Ya da bir parça kanın,

Ya da bir parça saçımın ya da giysimin.
Ah, ah, Doktor Bey,
İşte böyle, benim Düşman Efendim.

Ben sizin eserinizim,
Değerli olan şeyinizim
Saf altından bir bebeğim,

Eriyip, bir feryada yapışıyorum.
Dönüyorum ve yanıyorum.
Sanmayın ki yüksek kaygılarınızı küçümsüyorum.

Kül, kül
Savurup karıştırdığınız
Ettir, kemiktir, başka şey yok orada -

Bir parça sabun,
Bir alyans,
Bir altın dolgu.

Benim Tanrı Efendim, Şeytan Efendim,
Sakının,
Sakının.

Kızıl saçlarımla
Doğrulurum yeniden külden.
Ve erkekleri solurcasına yerim.

Sylvia Plath (1932-1963, ABD)

Kars ta bir okul bahçesinden




8 Mayıs 2009 Cuma

7 Mayıs 2009 Perşembe

Aklıma yüzlerce soru geliyor.Neden barışamadık diye sormak istiyorum. Kimse araya girmedi mi? Bu savaşı kimse önceden sezip bizi uyarmadı mı? Bu rengarenk topraklarda, tüm toplumsal gruplar arası ilişkide şiddet nasıl beslendi? Coğrafyanın her köşesinde kin tohumları nasıl kök verdi? Neden her taşın altından bir kötülük çıkıyor? Neden bu kadar çok insanın dilinde düğümlenmiş binlerce küfür salıverilmeyi bekliyor? Neden tarihin sayfaları kirli dipnotlarla dolu? Neden bu dipnotlar silinmiş? Toplumsal hayatımıza hakim olan nefretin ve korkunun nedenlerini bu dipnotlarda bulamaz mıydık? Tartışamaz mıydık?

Tartışamadığımız içinmi savaştık? Bu savaş birikmiş öfkenin ne kadarını patlattı? Daha ne kadar savaş tohumu hazır bekliyor? Bunlara karşı yürütülen imha mücadelesi, kaç tohum serpti kan dolu? Ya barış mücadelesi? Ya bizim barışçılar? Çocukluğumun yenik kahramanları?............

BARIŞAMADIK - PINAR SELEK

5 Mayıs 2009 Salı

bir dosttan:

"Hayatı mümkün kılan şey, sürekli, dayanılmaz belirsizliktir; yani bir
sonra ne olacağını bilememek.. "

Ursula K.Leguin-Karanlığın Sol Eli adli kitabından