10 Aralık 2009 Perşembe

Fransız yazar ve filozof Albert Camus' ye göre, insan ne ise o olmayı reddedebilen tek yaratıktır. İnsan başkaldırmasının koşuludur bu. İnsan, baskı ve yoksulluğa karşı, anlamsız ve değersiz bulduğu bir yaşama karşı başkaldırabilir. İnsanın başkaldırdığı yerde dayanılabilir olanın sınırı aşılmış demektir. Başkaldıran insan aslında şunu söylemektedir: şimdiye kadar dayanabiliyordum, ama artık yeter, artık kendimi savunacağım. Bu noktada isyancının, her zaman ve sadece bir şeylere karşı olmadığı, değerli bulduğu için korumak istediği bir şeyler adına da isyan etmis olabileceği görülür. Adaletsizlikten yakınan insan, adelet istiyordur. Anlamsızlığa karşı direnen insan, anlamın peşindedir. Her isyancı, belkide farkında olmadan sevgiyi, tinsel yada kutsal olanı arıyordur. Yani aslında her isyancı, bir şeyleri reddederken, bir şeyleri de kabul ediyordur.

Her başkaldırının bu iki yüzü, eğer isyancı, kendi ilkelerine aykırı araçlara başvuruyorsa, örneğin şiddete karsı şiddetle, yalana karsı yalanla mücadele ediyorsa, çelişki haline gelir. Camus' a göre ancak "ortalama yürekler" bu çatışmayı fazla zorlanmadan çözerler; "yüksek gerilimli yürekler" için ise bu, kendilerini ölüme sürüklese bile, çoğu kez bir çıkış yolu bulamadıkları "korkunç bir problem" dir.

Ulrike Meinhof.................Alois Prinz

22 Kasım 2009 Pazar

10 Kasım 2009 Salı

10 Ekim 2009 Cumartesi

8 Ekim 2009 Perşembe

Dicle ye..........

En çok romanları sevmiştim. Hepsinde, hemen hepsinde kuyuya düşmüş, orada çırpınan birileri olurdu. Kimisi uğraşır, didinir, tırmanıp kıyı taşlarına tutunmuşken, tam da çıkacakken, ölürdü. Kimisine birileri el uzatırdı, kimi kuyudan çıkmayı, çıkıp kurtulmayı, yeniden yeniden sabırla denerken roman biterdi. Kimini de yazarı elinden tutup çıkarırdı kuyusundan. Onlara fazla inanmadım. Ben en çok yeni hayatına ölümle başlayan roman kahramanlarını sevdim. insanın kendi kendine yeni bir hayatın içine dogru yürümesini, ölüme yürümekle eşdeğerde, onun kadar gözüpeklik isteyen bir iş olarak gördüm. En fazla da bunları inandırıcı buldum......

üç beş kişi...... Adalet Ağaoglu

12 Eylül 2009 Cumartesi

Gisèle Freund Fotoğrafları (1908-2000)

Marsilia, 1976

Mağaza vitrini,1957

1957

Sınır bölgesinde ziyaretçi platformu, 1962

Berlin, 1957

Hansaviertel, 1957

Evita Peron


Sosyal sorunların her yönü beni yakından ilgilendirdiğinden sosyolog olmak istemiştim. Zorunluluklar sonucu fotoğrafçı oldum fakat bundan hiç pişmanlık duymadım, tersine kısa süre içinde gördüm ki benim yaşamsal ilgim acılarıyla, umutları ve korkularıyla bireye yönelmektedir..........Gisèle Freund




Simone de Beauvoir, 1952

Frida kahlo

Victoria Mary ('Vita')

Sylvia Beach, 1938

Elsa Triolet, Paris, 1939

Virginia Woolf, 1939

Kendi portresi



Ben yalnızca sevdiğim ve gerçekten severek tanışmak istediğim yazar ve sanatçıların fotoğraflarını çektim. Ben hiçbir zaman resim 'çalmadım', tersine hep yüzlerle uğraştım; çünkü şunu biliyordum: Biz vücutlarımızı gizleyebiliriz, ellerimiz, bakışlarımız, yüz hatlarımız ise herkes için açıktadır. Biz sürekli olarak maskeler takınırız ve fakat aynı anda en derin gizlerimizi açarız herkese. Yüzlerin neden bu kadar büyüleyici olduğunun gizi buradadır. Daha sonra bunun üzerine düşündüğümde, fotoğraflananların, özellikle de yazarların benim çektiğim resimleri neden beğenmediklerini anladım ve anladım ki, biz gerçek yüzümüzü hiç tanıyamayacağız. Biz kendimizi hep bir aynadaki gibi tersten görüyoruz ve kendimize başkaları için oynadığımız rolleri içeren gerçek olmayan portreler yaratıyoruz...........Gisèle Freund

28 Ağustos 2009 Cuma

19 Ağustos 2009 Çarşamba